Yazar söyleşilerimizin ilk konuğu Buğra Giritlioğlu.
Kendisi de şair/yazar olan Deniz Erkaradağ devedikeni için, Giritlioğlu ile yazarlık serüveninin başından şimdilik son durağı Çapkın Gezgin’in Ukdeler Kitabı romanına kadar uzanan bir söyleşi gerçekleştirdi.
Merhaba Buğra, öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğin için çok teşekkür ederiz. Bize kısaca kendinden ve yazarlık serüveninden bahsedebilir misin?
Bugüne kadarki edebiyat faaliyetlerimi özetlemem gerekirse: Amerika’daki edebiyat dergilerinde (ör. Chicago Review, Middle Eastern Literatures, Stanford Üniversitesi’nin edebiyat dergisi Mantis) basılan şiir, öykü ve roman çevirilerimin ardından 2016-2021 yılları arasında üç şiir kitabım çıktı; sırasıyla Yasakmeyve, Pan Yayınları ve obiçim yayınlar’dan. Çapkın Gezgin’in Ukdeler Kitabı adlı bir de romanım var (Aralık 2023, obiçim yayınlar). obiçim yayınlar’ı Mart 2021’de kurdum. LGBTİ+ yazar ve temaları önceleyen bir yayınevi. Altmış iki yaşayan şairimizi İngilizceye çevirip bir araya getirdiğim, Amerika’da bir akademik yayınevi tarafından basılması söz konusu olan bir de çeviri şiir antolojim var.
Peki, yazmaya nasıl başladın? Yoksa sen de benim gibi ilkokulda “Büyüyünce ne olacaksın sorusuna “yazar” diyenlerden miydin?
Ortaokulda yakın arkadaşlarıma duygusal, esprili not ve mektuplar yazarak başladım diyebilirim. Derslerde öğretmene belli etmeden kısa notlar geçirirdik elden ele. Birbirimize elden teslim ettiğimiz uzun mektuplar da yazardık. Yüz yüze anlatmaktan daha kolayıma gelirdi böylesi. Daha özenli de olurdu haliyle. Yazarken, diyeceğinizi kafanızda tartabiliyor, evirip çevirip düzeltebiliyorsunuz, malum. Biraz çekingen ve mükemmeliyetçi olduğum için yöneldim yani bence yazıya. İngilizceyi ilerletince dil konusundaki titizliğim çeviriye de sirayet etti; “şu ifadenin, deyimin, cümlenin en doğru Türkçe/İngilizce çevirisi ne ola ki?“ diye kafa yormaya başladım. Sevdiğim bir romanı (ve ardından birkaç şiir ve öyküyü) İngilizceye çevirip Amerika’da yayımlayarak 2010’da edebiyata atılmış oldum. Edebi çeviri yapmak, yer yer orijinal metinden epeyce sapmayı, bir hayli “yaratıcı” olmayı gerektiriyor. Dolayısıyla çeviri sürecinde kendimi yazar/şair gibi hissediyor ve bundan büyük keyif alıyordum. 2000’lerin başından itibaren kendi şiirlerimi de yazmaya başladım. Yıllar içinde o şiirler olgunlaştı; ilk şiir dosyam sarılma f/ikirciği Komşu Yayınları’nın Yasakmeyve serisi kapsamında yayımlandı (2016). Onu ikinci (İki Göz Sıvı, Pan Yayınları, 2019) ve üçüncü şiir kitaplarım (Ben Seni Kolye Gibi Var Ya, obiçim yayınlar, 2021) takip etti. Ardından Çapkın Gezgin’in Ukdeler Kitabı adlı romanım geldi (obiçim yayınlar, 2023).
obiçim yayınlar sayesinde çeviri kuir edebiyat yerine Türkiye’den gelen kuir seslere alan açarak çok önemli bir boşluğu doldurduğunu düşünüyorum. Kitabında gönül avcılığının hüsranla sonuçlandığı pek çok macerayı anlatıyorsun. Bu maceralar seni nasıl etkiledi ve yazar olarak bu deneyimlerden nasıl ilham aldın?
İnsanlarla olan ilişkilerimden fazlasıyla etkileniyorum. Yaşananları kafamda evirip çevirip anlamlandırmaya, –nadiren izleyebilsem de– hep en doğru yolu bulmaya çalışıyorum. Ama “yenilgiler” çoğu zaman peş peşe geliyor. Moral bozucu oluyor haliyle; ‘asla gün yüzü göremeyeceğim’ gibi bir hisse/fobiye kapılıyor insan. “İlham” demeyelim de… Hüsranlar bende bir yazarak aşma, zihinden atma, başkalarıyla paylaşarak rahatlama ihtiyacı doğuruyor.
Ukdelerden oluşan bir kitap fikri aklına ilk ne zaman geldi? Ayrıca bu kelimeyle ilişkini de merak ediyorum. Ukde kavramını nasıl tanımlarsın ve bu kavram senin için ne anlam ifade ediyor?
“Ukde”, “düğüm” anlamına gelen Arapça kökenli bir kelime. Duygulandığımızda çoğu zaman boğaz ya da karnımız düğümlenir. Deyim ve klasik betimlemelerde duyguların merkezi kalptir, oysaki duygular gerçekte sıklıkla boğaz ve karında belli ederler kendilerini. Bu kitapta yer alan yirmi bir ukdeden biri (Ukde XI), Varlık dergisinin Ekim 2017 sayısında öykü olarak yayımlanmıştı. Belli bir aşamada, ona benzer pek çok anım olduğunu fark ettim, hepsini sıra sıra yazsam diye düşündüm. Ama oturup ciddi ciddi bu işe koyulmam, kitapta da belirttiğim gibi, “Mimo” lakabıyla andığım yazarın romanını okumamın ardından oldu. Mimo’nun romanında da anlatıcı samimiyetle romantik/cinsel ilişkilerini konu ediyormuş gibi bir kurgu vardı; ondan cesaret ve ilham aldım.
Örneğine pek az rastlanan bir kuir roman var elimizde. Ben kitapta da tartışılan tür konusuna bir öneri getirmek isterim, bence bu kitabın türü elbette roman ama kuir günce de diyebilir miyiz acaba?
Bence yanıltıcı olur. Günce tarzında yazılmış bölümler var ama öykü tarzında yazılmış bölümler de var. Hatta metnin şiire yaklaştığı pasajlar da var. Kaldı ki, günce gibi yazılmış bölümler yazarın personasından izler taşısa da, anlatıcı ile yazar aynı insan değil ve bu güncemsi bölümler de epey kurmaca barındırıyor.
Gerçek ve kurgu arasındaki dengeyi kurarken zorlandın mı? Yazma sürecinde bu dengeyi nasıl sağladın?
“Hım… Bu macera da çok gerçek oldu, biraz da kurgu katayım” gibi bilinçli bir “denge sağlama” kaygısıyla hareket etmedim. “Kendiliğinden” aklıma gelen fikirler kimi maceraları diğerlerine kıyasla daha kurgusal kıldı sadece. Yaşanmış bir olayı anlatırken, farklı anılardan da beslenip onları tek bir olayın peş peşe yaşanmış evreleriymiş gibi aktarmaktan –yani yaratıcı yazarlıktan– büyük keyif aldım. Kurgunun da dereceleri var. Yaşadığın bir duyguyu biraz abartarak göstermek bile kurgu aslında. Ya da karmaşık duyguların içinden bir duygu seçip yalnızca onu hissetmişsin gibi yansıtmak. Zaten “kurgu katmayacağım,“ diye uğraşsan bile ister istemez katıyorsun, çünkü yaşanan anki algı ve his zenginliğini yazıda olduğu gibi yansıtabilmek mümkün değil. Bir olayın videosunu izlemekle kendisini yaşamak arasındaki fark gibi.
Birçok pasajda, kitaba gelen yorumlar hiç düzeltilmeden kitaba katılmış gibi bir mizansen var. Bu fikir nereden aklına geldi ve bu kahramanlar gerçek mi?
Bir arkadaşımın kitap hakkında görüşlerini aktardığı WhatsApp yazışması (Ukde Arası IV) çok hoşuma gitti, o zaman geldi aklıma. Zaten ona da soruyorum o yazışmada, “Senin bu yorumlarını kitaba ekleyebilir miyim?” diye. Enteresan olur diye de düşündüm,; kitap içinde kitap eleştirisinin fazla örneği olduğunu sanmıyorum zira. Kitabın başka yerlerinde de irili ufaklı self-reflexive (özdüşünümsel) dokunuşlar var, dediğin gibi. Hoşuma gidiyor bu tarz. Hatta bunu da yine kitabın ilk sayfasında söylüyorum. Metin hakkında yorumda bulunan karakterler gerçek kişiler. Ve evet, sözlerini motamot olmasa da fazla değiştirmeden kattım metne.
Kitabı bitirdiğimde tadı damağımda kaldı, Çapkın Gezgin’in maceralarının devamını okuma şansımız olacak mı?
Çok teşekkürler. Kısmet… Daha başarılı maceralarım olur da onları yazarım umarım bundan böyle. ☺
Romanın tanıtım metninden: Çapkın Gezgin’in Ukdeler Kitabı’nın anlatıcısı -görünürde bir anı yazarı gibi- hayatına düğümler atan insanlarla maceralarını aktarıyor, -derinde ise- daha yaşarken bile kurgusal nitelik kazandığına tanık olduğu yakınlaşmaların hakikatini sorguluyor. Hüsranla biten maceralar birbirini kovalıyor ama bir gönül avcısının hemen her girişimi yarım kalıyorsa kaleme aldığı roman ne tür bir bütünlüğe sahip olabilir? Bir hayat arzularla rotasından çıkıp hayallere bulandıktan sonra ne kadar gerçek olabilir?
Buğra Giritlioğlu söylenmemiş sözlere, yürünmemiş yollara, ukdelere ağıt yakmıyor, gerçeği kurmacayla harmanlayarak hayata bir şaka yapıyor.
Çapkın Gezgin’in Ukdeler Kitabı’nı obiçim yayınlar’ın shopier sitesinden satın alabilirsiniz.
Röportaj: Deniz Erkaradağ